5 Eylül 2015 Cumartesi

Testament of Youth - Gençlik Ahti

Romantik mi, savaş karşıtı mı, feminist mi ne idüğü belirsiz, belli bir çizgide ilerlemeyen, bir oradan bir buradan 1. Dünya Savaşı filmi.
Lost Generation'ın hikayesi*.



Film 1918'den geriye dönüşle 1914 yılında başlıyor.
Başroldeki Vera Brittain'in en büyük hayali Oxford'a gidebilmektir. Babası ise onun evlenmesini savunur. Vera kardeşi ve bir arkadaşlarıyla sulak bir yerde yüzmeden sonra eve döndüğünde kötü bir sürprizle karşılaşır.
Oxford'da bir yıllık tüm masraflarını karşılayacak parayla babasının bir piyano aldığını görür.
Biraz çalsa da sonrasında sinirle kapağı kapatır ve merdivenlere ilerler.



Çalışma kitaplarını pencereden atınca ailesi de peşinden gelir.
Ailesine hayattaki tek amacı zengin bi herifle ev evlenip tüm hayatını uslu uslu evinin gadını çocuklarının anası olarak geçirmek istemediğini söyler.
Afişteki?
Evet, doğru tahmin.
Con sınow (:
Ve her şeyi değiştirecek olan yakışıklı başrolümüz de tam burada filme dalar.
Dalıyo yani, kibarlık sifır.
Bi de mavi kan olacak, pehh.
"Ouuvv, bu çok kesin bir cevap."
Yakışıklı başrolümüz, adını unuttuğumun con sınowu filme pardon kızımızın hayatına girdikten sonra hiçbişi eskisi gibi olmayacaktır.
Vera bahçede çalışma kitaplarını toplarken conumuz canımız da yanına gelir.


Vera kitaplarını toplayıp sinirle yanından ayrılır coanımızın.
Göt gibi... Öyle işte kalır bu eleman.
Kitaplardan birinde -kimisini de almamış Vera- bir şiir bulur coanımız.
Kardeşinin de yardımıyla Vera'nın babası Vera'nın sınavlara girmesine izin verir.
Vera Oxford'a giden Roland'ın sınav için derslerde yardım teklifini geri çevirir.
Bu arada adı Roland imiş.
Ronald varken Roland ne lan.
Nüfusa yanlış yazdırdılar herhal.
Artık nasıl olduysa birkaç dakika içinde bunlar sefgili olur, sinemaya gider, müzeye gider, koşar zıplar, öpüşür koklaşır.



Yıl 1914.
Zorla kafayı..
Noldu bu yıl?
Avrupa'nın neyine koyu...
Nolduydu?
Gelcek az daha zorla...
1. Dünya Savaşı.
Askeri okuldan mezun olan Roland enay...
Roland orduya katılmaya karar verir.
Çorap söküğü gibi gelir arkası.
Vera'nın babası Vera'nın kardeşi Edward'ın orduya katılmasına izin vermese de, Edward'ın ricası sonrası Vera'nın ısrarlarıyla tamam der.
Diğer arkadaşları Victor da katıldı da, o ne ara yazıldı hatırlamıyorum.
Vera giriş sınavında Latince'den kalsa da Oxford'a girmeyi başarır.
O arada diyordu zaten Roland orduya katıldığını ve bu senr Oxford'da beraber olamayacaklarını.
Vera ve Roland bol zırlamalı bir vedadan sonra -seyirci bakımısından- ayrılırlar.


Vera bir düre aşkısının gidişini takmayıp okumaya devam etse de sonradan bu rahatlığı ona batar ve o da orduya hemşire olarak yazılır.



Memleketlerinde kısa süreli bir hepsi bir arada Laylaylom döneminden sonra tekrar ayrılırlar.
Birbirlerine söz verirler, bundan sonraki ilk izinlerinde evleneceklerdir.
Roland Fransa'ya gidecektir.
= gebercek.
Pardon, şıpoylır burası bakmayın, baktın mı?
Bakmasaydın bağane.
Küfretme lan, ben bak demedim sen baktın.
İlk izinde Vera musmutludur fakat gelen telefonla mafolur.
Roland...
Öldü.
Vefad.
Şok.
İptal.
Vera'ya onun acısız öldüğü söylense de Vera sonradan aşkısının acılar içinde öldüğünü öğrenir.
Kardeşi Edward da Fransa'ya gidince o da gider.
Onu Alman askerlerin tedavi edildiği bölüme verirler.
Vera onlarla Almanca konuşur, pek çok göz görür, birazdan ölümün beyaz ışığına şahit olacak onlarca über über bakan...
Napim hacı çok kötüydü oyunculuk.
Alay etmeden duramıyorum.
Öncesinde ona Molly diye bir kızla sefgili olduğunu söyleyen Victor...


Sonrasında ona Molly'nin hiç olmadığını itiraf eder.



Vera Victor'a evlenme teklif etse de, Victor ona "Zavallı vera" der ve teklifi reddeder.
Sonra Victor da ölür.
Vera yaralılar arasında Edward'ı bulur, günlerce başında bekler, iyileştirip yeniden yollar savaşa.
Çok geçmeden Edward'ın da ölüm haberi gelir.
Ve ardından 1918...
Savaş bitmiştir.
Kutlamalar yapılır.
Onlar kazanmıştır.
Vera Oxford'a devam eder.
Almanlar'a karşı sloganlar atan bir gruba konuşma yapar.
"Savaşta kardeşimi, nişanlımı ve arkadaşımı yitirdim. Yıllarca cephede hemşirelik yaptım. Ama Almanlara. Onlar da bizim kadar acı çekiyordu. Onlar da bizim gibiydi. Onlar bize acı çektiriyordu evet. Fakat biz de onlara acı çektiriyorduk!"
Minvalinde.
Bahar gelmiştir.
Oxford'dan bir kız ona bahar olduğunu mutlu olmasını söyler. O da cephede hemşirelik yapmıştır.
Sonra Vera filmin başındaki sulak yere gider, denize girer.
Filmin sonunda yazar, Vera evlenmiş George Catlin ile.
Yanlış hatırlamıyorsam ona Roland'ın nasıl öldüğünü itiraf eden kişiydi.
İki çocuğu olmuş.
Yazar olmuş. Ve filme de adını veren Gençlik Ahti'ni yazmış.
Öyle işte.
Filmde savaş zamanı tempo artacak diye beklerken bariz azalıyor, iyice mıymıntılaşıyor film.
Bunu takmayacak kadar benim gibi yakın tarih hastasıysanız, izlenebilir bir film.
Bu arada Kit Harington (Roland) ın sesi çok çirkinmiş, gerçek sesiyse.

Fragmanı da koyayım aranmayın.



* Lost Generation 1. Dünya Savaşı döneminde genç olan ve savaşın şiddetine şahit olmuş, her yönden savaştan etkilenen jenerasyona verilen addır. Kayıp nesil  demektir.

28 Ağustos 2015 Cuma

Sergey Kutanin - İhtär Anam Beni Af Et (İhtiyar Anam Beni Affet) ve Gagauzlar

Anladığım kadarıyla bir evladın hayattayken sahip çıkamadığı annesini kaybedince yaşadığı pişmanlık ve üzüntünün anlatıldığı Gagauz Türkçesi'nde, şarkı, türkü, her neyse.
Parçada enstrüman olarak ağırlıkla piyano kullanılsa da, Anadolu parçalarındaki sıcaklığı hissedebiliyorsunuz.

Başlamışken Gagauzlar hakkında da biraz bilgi verelim.
Yakınımızda ama bilmediğimiz insanlar, kardeşlerimiz.
Gagauz'ların, Gökoğuz'ların dilinde birkaç türkçe kökenli olmayan kelime dışında rahatça anlayabiliriz onları, çünkü Trakya ağzının tıpkısının aynısı.
Türk dilleri içinde Azerbaycan Türkçesi'nden bile daha kolay anlayabileceğimiz bir şiveleri var.
Moldova'nın iki özerk bölgesinden biri olan, Gagauzya'da, onların deyimiyle "Gagauz Yeri"nde yaşıyorlar.
Başkentleri Komrat.
Latin alfabesimin temel alındığı, bizimkinden farklı olarak "ä, ê" gibi seslerin olduğu bir alfabeleri var.
Çevre uluslardan etkilenip Ortodoks Hristiyan olmuşlar.
Hani derler ya, "Bulgarlar Türk'müş, dillerini kaybettikleri için Türklüklerini de unutmuşlar" diye.
Bu benim bildiğim kadarıyla bir tez olsa da, doğruluk payı var gibi.
Gagauzlar yüzyıllar boyunca onca ulusun arasında dillerini, kültürlerini korumayı başarmışlar.
Böylece diğer ulusların arasında kaybolup gitmemişler.

Gelelim ilk başta bahsettiğimiz parçaya...
İnternette sözlerini ve çoğunlukla slav dilleri kökenli olan, bize yabancı kelimelerin anlamını bulamadığım için ben yazmaya karar verdim.

"İhtär anam, beni af et.
Ani siirek, yaşamakta.
Yalpak oldum, haber ii bet,
Verämädim, hep uzaktan.

Ani kaarlar, kahır izi,
kondu kömür saçlarına.
Geçän yıllar, derin çizi,
Serpti, yalpak ellerinä.

Ani kaldın, evdä yalnız,
O dört duvar, arasında.
Ani çannar gibi sessiz,
Öter soluk içerlerdä.

Ani hastaikan, hoş lafım
Etişmedi, vakıdında.
Ani donaarkan, bir yalın,
Yakamadım, boş kotlonda.

Yıldan yıla, pek zor bulmaa,
Ara hızlı yaşamakta.
Braayıp işi, gidip, sormaa,
İki üç laf, bir auşamda.

Görmää nicä, şılêr kısmet,
Senin darsık gözlärindä.
İhtär anam, beni af et.
Sancı kopêêr can erimdän."

İhtär: Yaşlı, ihtiyar.
Ani: Hani.
Siirek: Arada sırada
Yalpak: Sevmek, sevimli.
İi: İyi.
Bet: Kötü.
Kaarlar: Karlar.
Kahır: Bela.
Çizi: Çizik.
Yalın: Ateş.
Kotlon: Ocak.
Nicä: Gibi.
Darsık: Hasretli, kederli.
Kopêêr: Kopuyor.

Not: "ä" sesi "e" diye, "êê" sesi "ı"ya benzer bir şekilde çıkarılır.